eskibiranı.öykü



ESKİ BİR ANI



Saat gece yarısı. Dışarda şiddetli bir yağmur. Bomboş bir ev, sessiz ve karanlık. Bu karanlığın içinde ise kaybolmaya, silinmeye yüz tutmuş bir adam. Elinde art arda kaçıncısını yaktığını bilmediği sigarası. Zihninde ise eski bir anı. Artık yazmak zorunda olduğu bir anı.

Yıllar sonra tekrardan döndüğüm bu küçük şehirde başladı bu karanlık gece. Mevsim sonbahar, aylardan ekim. Yapraklar çoktan dökülmeye yüz tutmuş, kış havası hafiften hissedilmeye başlamış. Aynı eskiden olduğu gibi çok soğuk bu şehir.

Trenden inmiş hayatımın büyük bölümünün geçtiği bu şehrin dar sokaklarında yürüyorum. Özlemiş miyim bu şehri ne? Oysa zamanında çok defa sıkılmış ve kaçmıştım bu şehirden, insanlarından. Şimdi ise yüzümde ince bir tebessüm ve mutlulukla yürüyorum. Acı da olsa, kötü de olsa insan alıştığı şeyi bir gün mutlaka özlüyor. Çünkü özlemek insanın ruhunda var. Ve de hatırlamak, hatırlamak da insana ait ve özgü bir şey, istemese de yaşamak zorunda olduğu bir eylem.

Geçtiğim her sokağın her köşesi bende farklı anıların zihnimde canlanmasına sebep olurken tamamen bilinçsizce saptığım bir sokaktaki eski bir kaldırım hayatımı alt üst etti. Görür görmez hemen tanıdığım bu sokak ve o alçak kaldırımda bir geçmiş vardı, yaşanmış sayısız an ve duygu vardı. Bir hikâyeye tanıklık etmişti bu sokak, çokça güzel anısına şahitlik ettiği, ancak sonu mutlu bitmeyen bir hikâyeye.  
   
Üzerinden kaç yıl geçti hatırlamıyor ve şu an için bu detayı anımsayamıyorum. Ama beraber geçirdiğimiz her dakikayı daha dünmüş gibi zihnimde canlandırabiliyor ve seninleyken aldığım her nefesin her saniyesini tekrardan hissedebiliyorum. Ve bunları hissettiğim her an seni ne kadar çok özlediğimin farkına daha da varıyor, beraber geçirdiğimiz o son güne derin bir hasret duyuyorum. O günün bir daha asla yaşanamayacak olduğunu biliyorum, hatta o günden sonra seni hiç görmediğim gibi, ömrümün geri kalanında da seni göremeyeceğimi tahmin ediyor, bunun için hafif bir hüzün duysam da artık bu ihtimali görmezden geliyorum. Aslına bakarsan belki seni görmek istemiyor da olabilirim. Çünkü korkuyorum, yıllar önce o sokaklarda beraber yürüdüğüm, küçük gözlerine bakarak beraber güldüğüm, ayrılacağımız vakit ise sana ilk defa sarıldığım, ancak bunun aynı zamanda son olacağını kestiremediğim o anki kişinin değişmiş olabileceği ihtimalinden korkuyorum. Bunun olmasını istemiyorum, olduğu takdirde ise bugüne kadar içimde sakladığım ve yıllarca bundan bir gün dahi pişman olmadığım kişinin o an ölecek olmasından korkuyorum. Bunun olmasını istemiyorum, sana sarılıp kokunu içime çektiğim o günü unutmak istemiyorum, bir anda karşıma çıkıp yıllarca sakladığım bu sevginin bir anda yok olmasını istemiyorum.

Ancak garip bir şekilde bugün içimde seninle tekrardan karşılaşma, seni son bir kez daha görme isteği uyanıyor. Bu anlamsız arzunun sebebini bilmiyor ve engel olamıyorum. Şu an içinde bulunduğum manasız ve boş hayat sebebiyle bunları hissediyor olabilirim. Seni bir kez daha görmeyi istemenin, o eski günlere duyduğum arzunun sadece bir özlemden ibaret olmasını temenni ediyorum.

Unutmanın hayata devam edebilmemiz için bizlere verilmiş bir lütuf mu, yoksa bizi bugün olduğumuz kişi yapan geçmişe bir ihanet mi olduğunun ikileminden kurtulamıyorum. Ancak bir insanı unutmanın, hele de sana kim olduğunu hatırlatan bir insanı unutmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum. İnsan unutmuyor, hiç kimseyi, hiçbir şeyi unutmuyor. Sadece üzeri tozlanıyor, derinlerde kalıyor, zamanla ise hatırlanamayacak kadar derinlere gömülüyor. Ancak bugün benim yaşadığım gibi bir durumda tozlanmaya yüz tutmuş o hatıralar derinlerden bir şimşek edasıyla bir anda insanın zihninde parlıyor. Sonra unutuldu zannedilen her şey tek tek, kare kare zihnin her köşesinde bir anda dönmeye başlıyor. İşte o an, tasvir edilemez bir boşluğun içine düşüyor insan, bir anlığına da olsa kim olduğunu unutup bunlar gerçekten yaşandı mı, bunları ben mi yaşadım diye soruyor kendine. O boşluktan kurtulup kendine geldiği zaman ise iki ihtimalden birine mecbur kalıyor. Ya hatırladığı onca şeye dair acı bir pişmanlık, hafif bir burukluk; ya da o anlara karşı derin bir özlem. Ben mi?

Ben seni hiç unutamamışım ki, sadece alışmışım sensizliğe, yokluğuna… İstemeye istemeye alışmışım ama, çünkü hayat mecbur bırakıyor insanı, ilk alışmaya, olmaz dersen eğer sonra kanıksamaya. Bazı şeyler insanın elinde olmuyor, sen unutmak istemesen de, hep ilk günkü arzuyla hatırlamak istesen de anıların üzerini örten tozlara engel olamıyorsun. Ne kadar o anıları taze tutmaya çalışırsan çalış, hayat yine kendi bildiğini yaşatıyor.

Bu hayat insanı saniyelerle başka biri yaparken, aradan geçen bunca yıl sonra şu an nerede nasıl biri olduğunu merak ediyorum. Bu meraktan hemen sonra ise bunun gerçekleşmesi durumunda yıllar önce hatıralarımda kalan kişinin artık olmayacağı düşüncesi vuku buluyor. Ne istediğimi, neyi nasıl istediğimi bilmiyorum. Bu anlamsız duygularla ne yapacağımı, yıllar sonra bir an da karşıma çıkan bu gerçekle nasıl yüzleşeceğimi gerçekten bilmiyorum.

Seni düşünmeye, yazmaya devam ettiğim her an geçmişe ve sana olan anılarım daha da canlanıyor. Her geçen dakika yeni bir şeyler hatırlıyor, şu an hatırladığım şeyde ise içimin parçalanmaya başladığını hissedebiliyorum. Hep bir kızımızın olması hayalini kurardık. Küçük, neşeli, bizi daha da mutlu edecek olan bir kız. Ve belki de bu artık senin için hayal değil. Belki de hayallerinden de öte bir gerçeğin var şu an. Mutlusun belki, hayal ettiğimiz her şeye sahipsin belki. Belki hayatının en güzel günlerini yaşıyorsun başka kimselerle, oysa ben senin hayallerinin, senin hayatının bir parçası olmayı o kadar çok istemiştim ki...

Ben hiçbirine ulaşamadım o hayallerin, ne bir kızım oldu, ne senden sonra gerçek anlamda sevdiğim başka biri, ne de yaşadım demeye değer bir hayatım. Sensizliğin sarhoşluğuyla seni unutmuş, anlamsız bir hayata dâhil olup yaşamışım bugüne kadar. Ve bu süre boyunca ben ne yapıyorum diye bir kez dahi sormamışım kendime. Geçmişe dönüp baktığımda; yıllardan, yaşımdan başka ilerleyen, değişen tek bir şey bile yok hayatımda. Bugün tüm bu gerçeklerle yüzleşmeme sebep olan şey ise işte o kaldırım oldu. Hatıralarla, birikmişliklerle dolu o dar sokak oldu. 

Bütün bunları yazma sebebim ise artık zihnimde dönmesine dayanamıyor, engel olamıyor olmak. Ya birine anlatmak, ya da yazmak zorundaydım. Anlatacak bir kimsem olmadığı için yazmaya mecbur kaldım, yazmasaydım eğer, ölürdüm.

Senden sonra ben hala yalnız ve kimsesizmişim. Şimdi daha iyi anlıyorum, meğer sen benim bu hayattaki kalabalığımmışsın, meğerse sen benim her şeyimmişsin. Manasızca ve amaçsızca yaşadığım bu hayatta, aslında tek anlamım senmişsin. Bitti. Şimdi sadece dışarı çıkıp sonsuza kadar yürümek ve yağan yağmurda sırılsıklam ıslanmak istiyorum. Artık senin olmadığın, sensiz eksik, sensiz yarım olan bu şehrin sokaklarında yürüyerek, senden kalan eski bir anının içinde yavaş yavaş kaybolmak istiyorum.  



                                                                          

Yorumlar

  1. insanın gönül sazının tellerini tıngırdatan bir yazı. ellerinize sağlık...

    YanıtlaSil
  2. İnsan birşeyleri içinden atmak kurtulmak için sesizlik ister çünkü sesizliğin içinden herşeyi atacağına inanır bazen boş sokaklar bazen dağlar taşlar bazende masmavi denizdir inanmak istediği bu dur çünkü inanmayacağı herşeye inanmıştır zaten
    Değerli dostuma

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ve bu hayatta insana en güzel hediye, kendisini anlayabilen bir dosttur...

      Sil
  3. '' Unutmanın hayata devam edebilmemiz için bizlere verilmiş bir lütuf mu, yoksa bizi bugün olduğumuz kişi yapan geçmişe bir ihanet mi olduğunun ikileminden kurtulamıyorum.. ''
    Yüreğinize sağlık..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

birömürlükask.öykü

birzamanlar.öykü