Kayıtlar

  BİZİ HATIRLA                                                                                      1921 yazı, Anadolu’da bir köy   1 Dışarıdaki kavurucu sıcağın altında iyice yorgun düşen yaşlı at zor da olsa değirmene ulaşabilmiş, derince bir nefes almıştı. Bu sırada genç Rıfat ise yorgun düşen atının çektiği arabadan buğday çuvallarını yavaş yavaş indirmeye başladı. İndirip değirmende öğüteceği sadece 6 çuval buğdayı vardı. Normalde bu sayı 20’den aşağıya düşmezdi ancak bu yıl havaların kurak gitmesi ve harbin iyice ağırlaşması sebebiyle verim düşmüştü.   Rıfat at arabasından sırtladığı çuvalları değirmene taşımaya başladığı sırada değirmenin arka tarafından bir grup askerin geldiğini gördü. Sırtındaki çuvalı değirmenin kapısına bıraktı ve dikkatli gözlerle gelen askerleri süzmeye başladı. Gelen askerlerin ağır ve güçsüz adımları harbin onları ne kadar yorduğunu; yüzlerindeki solgunluk ve durgunluk ise nasıl da acımasız bir kavganın içinde olduklarını kanıtlıyordu. Askerle

kışuykusu.öykü

Resim
KIŞ UYKUSU Günlerdir yağan kar her tarafı beyaza bürümüş, soğuğunu bütün şiddetiyle hissettirmeye başlamıştı. Toprak damlı evlerin bacalarından tüten gri dumanların yoğunluğu kışın şiddetini kendi için tasvir ediyor, bu küçük damların altında yaşayanlar ise ellerinden geldiği kadar soğuğa dayanmaya, hayata tutunmaya ve yaşamaya gayret ediyorlardı. Hasan ve Emine de bu köyün hayatta kalma telaşına düşmüş insanlarından sadece ikisiydi. Tabii birde yeni doğmuş, henüz beş aylık olan küçük yavruları Fatma vardı. Evleneli yaklaşık iki yıl olmuş ve anasız babasız büyüyen Hasanın dedesinden kalan iki gözlü kerpiç eve yerleşmişlerdi. Çok rahat ve sakin bir hayatları olmasa da mutluydular, Fatma doğduktan sonra daha da mutlu olmuşlardı tabi. Ancak doğumunun sonbahara denk gelmesi Emine için çok da iyi olmamıştı. Küçük yavrusuna bakmakta zorlanıyor, gündüzleri sazda çalıştıktan sonra eve gelip hem yemek hazırlıyor, hem kızına bakıyor, hem de bu soğuk kış gününde iki güne bir kızı

eskibiranı.öykü

Resim
ESKİ BİR ANI Saat gece yarısı. Dışarda şiddetli bir yağmur. Bomboş bir ev, sessiz ve karanlık. Bu karanlığın içinde ise kaybolmaya, silinmeye yüz tutmuş bir adam. Elinde art arda kaçıncısını yaktığını bilmediği sigarası. Zihninde ise eski bir anı. Artık yazmak zorunda olduğu bir anı. Yıllar sonra tekrardan döndüğüm bu küçük şehirde başladı bu karanlık gece. Mevsim sonbahar, aylardan ekim. Yapraklar çoktan dökülmeye yüz tutmuş, kış havası hafiften hissedilmeye başlamış. Aynı eskiden olduğu gibi çok soğuk bu şehir. Trenden inmiş hayatımın büyük bölümünün geçtiği bu şehrin dar sokaklarında yürüyorum. Özlemiş miyim bu şehri ne? Oysa zamanında çok defa sıkılmış ve kaçmıştım bu şehirden, insanlarından. Şimdi ise yüzümde ince bir tebessüm ve mutlulukla yürüyorum. Acı da olsa, kötü de olsa insan alıştığı şeyi bir gün mutlaka özlüyor. Çünkü özlemek insanın ruhunda var. Ve de hatırlamak, hatırlamak da insana ait ve özgü bir şey, istemese de yaşamak zorunda olduğu bir eylem.

yaprakdökümü.öykü

Resim
                          YAPRAK DÖKÜMÜ Sonbahar buralarda bir başkadır. Romantiktir, sıcaktır, hüznün, sevginin ayıdır, ancak bir o kadar da zorluğun ve telaşın mevsimidir. Buralarda ağaçlardan kopan kahverengi yapraklar çamurlara, her tarafı gölcüklerle kaplanmış köy yollarına dökülür. Kimisi çamurun içinde dibe gömülüp kaybolurken kimisi de su birikintilerinin üzerinde kalan vaktinin son anlarını yaşar. Bu kahverengi meşum hava kimisinde sadece şiddetli yağmurların yağdığı bir mevsimken kimisinde ise hüznün ve sevginin mevsimidir. Sonbahar hızla geçip giderken kış da yaklaşmış, soğukluğu iyice hissedilmeye başlamıştı. Çatı bacalarında gri dumanlar çoktan yükselir, gökyüzüne doğru ağır ağır süzülürken insanları ise kış hazırlıklarına devam ediyorlar, kara kış diye tabir ettikleri günler gelmeden tedbirlerini almak için tüm gayretiyle çalışıyorlardı. Herkes bir şeyle meşgul oluyor, ara sıra da sokakların çamurundan, havanın soğukluğundan, işlerin yoruculuğundan şikâye

birzamanlar.öykü

Resim
                                             B İ R ZAMANLAR Kardeşim Ömer'e ve değerli babaannesine ithafen; Yorgun vücudu altındaki, içine sert yün doldurulmuş döşeğin üzerinde boylu boyunca uzanırken, karnından gelen sesler gecenin karanlığında taş duvarlı odanın içinde yankılanır derecesine şiddetliydi. Korkuyordu, bu garip korkunun sebebi ise midesinden gelen seslerin yanı başında uyuyan kocasını uyandıracak olması ihtimaliydi. Üzerine çektiği yorgana sıkıca sarıldı, bacaklarını kendine doğru çekerek diz kapaklarını karnına dayadı. Bu hareketi sesi biraz daha bastırmış, bir süre sonra da uykuya dalmasına vesile olmuştu. Uyurken ise aklındaki tek şey yarın sabah kahvaltısında kendi payına düşecek olan bayatlamış, biraz da sertleşmiş olan yarım ekmekti. 1950’lerin sonuna yaklaşılmışken böyle tarihlerin dağ başına kurulmuş olan bu ücra köyde çok bir önemi olmuyordu. Bu insanlar hayatın “yaşanılan” kısmından o kadar uzaktılar ki, bazıları dünyanın sadece bu

hazan.öykü

Resim
                               HAZAN İnsan aslında hayatın derinliklerine gizlenmiş acı bir tasvirdir. Nasıl her gün güneş yeniden doğup doğa yeniden uyanıyorsa, insanda tüm bu süreçleri aynı olarak yaşayan bir hayat illüzyonudur. Güneş doğar, insan uyanır; duyguları uyanır, geceleri uyurken sabah olmasını ümit ettiği umutları uyanır. Ancak günün, belki de hayatın sonunda yine aynı şeyle karşılaşır. “Aldanmak, yaptığımız her işte şaşmaz yazgısı hepimizin.” İnsan güneşin doğuşuyla uyanmalı, o şehvet ve arzuyla hayata başlamalı denilir. Ancak bu küçük yerde bu felsefi sözün çok hükmü olmuyor. Evet, uyanıyor insanlar, ancak güneşten de önce… Daha günün ağarmasına birkaç saat olmasına rağmen gecenin karanlığında uyanmışlar, poğaçalarına koydukları ikişer ekmek ve birkaç domatesle yola koyulmuşlardı. Erkenden kalkıp herkesten önce gitmeleri gerekiyordu, aksi takdirde toplayıp eve getirmeyi umut ettikleri şeyden kendilerine kalmayacaktı. Neydi peki insanı gecenin yarısı

birömürlükask.öykü

Resim
                                                         BİR ÖMÜRLÜK AŞK   Yaşanmış bir hadiseden uyarlanmış olup anneannem ve rahmetli dedeme ithaf edilmiştir.   1950'lerin sonu, anadolu'nun ücra köşelerinde bu dünya için küçük, ancak yaşayanlar için büyük ve elzem hadiselerin yaşandığı bir köy. Bu küçük köyün insanlarının çoğu geçimini köy kenarındaki gölden tutulan balıklar ve derilen sazlıklarla sağlarken, az da olsa ufak tefek tarımla da uğraşan bir kesimin varlığı da yadsınamaz.  Dış dünyadan uzak ve habersiz, hayatları sadece bu köyden ibaret olan emektar insanlar her zaman olduğu gibi bugün de gün doğumuyla uyanmış, kimisi kayıklarla sazlık dermek için göle doğru açılmış kimisi de balık ağlarını hazırlamakla meşguldü. Erkek kadın demeden herkes bir işin ucundan tutuyor, el birliği ile o günkü rızıklarını çıkarma gayreti içinde çabalıyorlardı.  Her şey olağan haliyle devam ederken, bu köyde yaşayan her bir kimsenin kendine özgü bir derdi, dünya